İktidar siyasetçilerinin tümüyle kendi aleyhlerine gibi görünen ve bu yönleriyle hayret uyandıran çıkışlarının ‘gaf’ olduğuna hükmetmek için acele etmemek lazım; biz sıradan insanların bakar bakmaz gördüğünü siyaset canavarlarının görmemesi akla uygun değil. O nedenle böyle durumlarda ‘gafa bak’ diye ortaya düşmeden önce mezkûr çıkışı bilerek (bilinçle) yapmış olmaları ihtimalini gözden ırak tutmamak ve “acaba bu tuhaf çıkışın ardında nasıl bir hesap olabilir” sorusunu kendimize sormak daha isabetli olabilir. Mesela Erdoğan ilk kez Hatay’da belediye başkanının iktidar partisinden olmaması durumunda o şehre hizmet gelmeyeceğini söylediğinde hepimiz bunu bir gaf ya da dil sürçmesi sandık fakat kısa zamanda bunun bir strateji olduğu ortaya çıkıverdi.
Bazen de bize “olamaz, böyle bir şey kendi ayağına kurşun olur” dedirten şey bir gaf değil de iktidar siyasetçilerine mal edilen bir söz ya da davranış olarak çıkabilir karşımıza. İlk anda inanmayız onlara da, ta ki iktidar siyasetçileri tarafından adlı adınca dile getirilinceye kadar…
Bu ikinci kategoriye yakın tarihimizden üç örneği hatırlayalım burada: 1) 1987’de Başbakan Turgut Özal’ın, 12 Eylül’cülerin siyasetçilere koyduğu yasağı sürdürmek için yaptırdığı referandum, 2) Yine Özal’ın “eli kolu bağlı muhalif belediye başkanları” görselleriyle yürüttüğü yerel seçimlerde aldığı büyük yenilgi (1989) ve 3) Erdoğan’ın 2019 seçimlerinde İmamoğlu’nun seçim galibiyetini iptal ettirmek için yaptığı hamle.
Üçüncüsü hepimizin hafızasında çok taze, fakat ilk ikisini hatırlamak iyi olur:
Özal’ın daha sonra “en büyük hatam” diyeceği 1987 referandumu
12 Eylül Askeri Darbesi sonrası yürürlüğe giren 1982 Anayasası’nın geçici 4. maddesiyle, darbe sonrasında siyaset yapmaları yasaklanan siyasi liderlerin bu yasaklarının ömür boyu sürmesi amaçlanmıştı. 1983 seçimlerini Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi (ANAP) kazanınca askerlerin siyasetteki etkisi de azalmaya başladı. Bir süre sonra da siyaset yasaklarının kaldırılması talebi gündeme geldi. Aslında bu tüm muhalefet partileri tarafından istendiği için, iktidarın da katılması durumunda bir Anayasa maddesi değişikliğiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çözülebilirdi. Ancak dönemin başbakanı ve ANAP Genel Başkanı Turgut Özal yasakların kaldırılmasına karşı çıktı ve konu muhalefet partilerinin oylarıyla referanduma götürüldü. Özal ve ANAP referandumda ‘hayır’ kampanyası yürüttü. Ne var ki küçük bir farkla olsa da oylamadan ‘evet’ çıktı ve başta Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan olmak üzere çok sayıda siyasetçinin siyasi yasağı kalktı.
Özal’ın, siyaset yapmaları silah zoruyla yasaklanmış siyasetçilerin yasağının devamı için referanduma baş vurma eğilimde olduğuna dair ilk haberler basında çıkmaya başladığında birçok kişi bunun doğru olamayacağını düşündü. Çünkü bu kendi ayağına kurşun sıkmak olurdu, Özal o kadar öngörüsüz olamazdı.
Ne var ki ‘imkânsız’ gerçekleşti ve tarih de bunu Özal’ın sonunun başlangıcı olarak kaydetti.
1989 yerel seçimleri: “Para para düşünen bir belediye başkanı ister miydiniz?”
26 Mart 1989’da yapılan yerel seçimlere iktidar partisi olarak katılan ANAP ilk duyulduğunda yine hayretle karşılanan bir kampanya yürüttü. Özal, aynı bugün Erdoğan’ın yaptığı gibi seçmeni bir ikilemle yüz yüze bıraktı. Kullanılan sloganlarda açık açık “bize oy vermezsen devlet imkânları yaşadığın yere ulaşmaz” deniyordu. Şu sloganlar kullanılmıştı kampanyada: “Farklı dilden konuşan belediye başkanı ister miydiniz?”, “Para para düşünen bir belediye başkanı ister miydiniz?”, “Mekânsız, imkânsız ve iktidarsız bir belediye başkanı ister miydiniz?”, “Eli kolu bağlı bir belediye başkanı ister miydiniz?”
Seçime bu sloganlarla ve tehdit diliyle giren ANAP 26 Mart 1989 gecesi büyük bir şok yaşadı. İl Genel Meclisi seçimleri baz alındığında Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) yüzde 28,7 ile birinci parti oldu. 1984’teki yerel seçimlerle karşılaştırıldığında oyları yaklaşık 20 puan gerileyen iktidardaki ANAP, SHP ve Doğru Yol Partisi’nin (DYP) ardından üçüncü oldu.
SHP, başta İstanbul, Ankara ve -yönetiminde uzun yıllardır merkez sağ partilerin olduğu- İzmir olmak üzere 39 ilin belediye başkanlıklarını kazandı. Bunu 16 ille DYP, 5 ille Refah Partisi izledi. ANAP sadece üç ilde belediye başkanlığı kazanabildi.
İktidar gücünün adil olmayan bir tarzda yarışa dahil edilmesinin sonuçları ortadayken…
Peki, seçmenlerin, iktidar gücünün adil olmayan bir tarzda yarışa dahil edilmesine böyle tepkiler verdiği ortadayken, Erdoğan ‘andante’ ile icra etmeye başladığı “ne kadar oy o kadar hizmet” bestesini ‘kreşendo’ya doğru çevirirken neye güveniyor? Bu riskli oyuna neden girdi?
Erdoğan muhtemelen seçmenlerin güç tehdidine karşı tepkisinin değiştiğini ve attığı kurşunun bumeranga dönüşmeyeceğine inanıyor.
2019 örneği olmasa, 30 yıl önceki seçmen tepkiselliğinin eskide kaldığını düşündüğü sonucuna varabiliriz, fakat 2019 örneği var ve aradan sadece beş yıl geçmiş durumda.
Erdoğan’ın aklında başka şeyler de vardır muhakkak ve bunların işleyip işlemediğini 31 Mart gecesi anlayacağız.
Şahsen ben o gece seçim sonuçlarını bu yönüyle de değerlendireceğim. Güç tehdidi sonuç vermişse ve 31 Mart gecesi bir iktidar zaferi olarak idrak ediliyorsa, bu bence halkın Erdoğan’ın güç politikası karşısında beyaz bayrak çektiğinin ilanı anlamına gelecek. Yok eğer tersi olursa, yani, Özal’ın 12 Eylül sonrasında Demirel ve Ecevit’e siyaset yasağı getirmek için yaptırdığı referandumun (1987) ardından… Yine Özal’ın “eli kolu bağlı muhalif belediye başkanları” görselleriyle yürüttüğü yerel seçimlerde aldığı büyük yenilginin (1989) ardından… Ya da Erdoğan’ın 2019 seçimlerinde İmamoğlu’nun seçim galibiyetini iptal etmek için yaptırdığı yeni seçimlerin ardından doğan ruh haline benzer bir siyasi atmosfer doğarsa, Türkiye Erdoğan’a şöyle demiş olacak: Sen güçlü olabilirsin ama gücünü kullanarak bizi her şeye razı edebileceğini sanma!